Gezi Rehberi

Cuma 3 Mayıs 2024

Ortaköy

ORTAKÖY :

Boğaz'ın en güzel noktalarından birinde bulunan ve neredeyse İstanbul'un var olduğu günden beri ilgi çeken bir yerleşim merkezi olan Ortaköy, özellikle Osmanlı döneminde padişahlar tarafından sayfiye yeri olarak kullanılmıştır. Çırağan Sarayı, Ortaköy Camii ve Kabataş Erkek Lisesi gibi tarihi açıdan önemli eserleri de içinde barındıran semt, günümüzde İstanbul'un aktüel hayatının toplandığı merkezlerden biri konumundadır.
İstanbul'u ziyaret eden herkesin görmesi gereken yerlerden biri olan Ortaköy, şehrin ortasında küçük bir sahil kasabasını andırır. Arnavut kaldırımlarıyla döşenmiş olan meydanı, tarihi Ortaköy Camii ve arkasındaki Boğaziçi Köprüsü ile size tam anlamıyla “seyirlik” muhteşem bir manzara sunar. Meydanın etrafı ise gerek geleneksel Türk kahvesi ve ince belli bardakta çay, gerekse yine Türk ve dünya mutfağından çeşitli lezzetleri tadabileceğiniz kafe ve restoranlarla çevrilmiş durumdadır. Hemen hemen her zevke ve keseye uygun bar ve gece kulüplerini de unutmamak lâzım tabi...

Ancak semtte uzun uzun vakit harcamanızı gerektirecek asıl şey, bu ara sokaklara kurulmuş olan irili ufaklı yüzlerde tezgâhtan oluşan “Ortaköy Pazarı”dır...
Her pazar açılan Ortaköy Pazarı, meydanı ana caddeye bağlayan sokaklarda, yan yana dizilen irili ufaklı yüzlerce tezgâhtan oluşan küçük bir alışveriş merkezi niteliğinde... Tabi haftanın diğer günleri de yine hediyelik eşya satan bazı tezgâhlara rastlamak mümkün. Meydan, ana caddeye küçük sokaklarla bağlanmaktadır.

Bir kaç katlı tarihi binalar ve yine Arnavut kaldırımlarından oluşan bu sokaklarda sıra sıra dizilmiş kumpir ve geleneksel bir Türk lezzeti olan gözleme satan tezgâhlara da rastlayabilirsiniz. Peki, buralarda neler mi bulabilirsiniz? Kolyeler, küpeler, bilezikler, reprodüksiyon resimler, resim çerçeveleri, biblolar, anahtarlıklar, kupalar, vazolar, elbiseler, antika eşyalar, abajurlar, deri ceketler, atkılar, bereler, kurabiyeler, kekler...
Kısaca aklınıza gelen ya da gelmeyen binlerce irili ufaklı ürünler... Hatta burada tarot falına da baktırabilirsiniz... Zira pazar öylesine dinamik ki, her hafta tezgâhlarda yepyeni ürünler, yepyeni hizmetler görmeniz mümkün.

Ürünlerin birçoğu el işi.. Ama buna rağmen fiyatlar son derece makul. Üstelik satılan ürünlerin birçoğu el işi olduğu için aldığınız ürün sadece sizde olacak. Çeşit çok olduğu için de seçim yapmanız hiç de zor olmayacak. Siz sadece pazara gelirken nakit açısından tedarikli olun yeter.
Hafta sonu oldukça kalabalık olan Ortaköy'ü bir de daha tenha bir zamanda görmek isteseniz, hafta içi sabah saatlerinde kafelerden birinde kahvaltı edebilir, meydanı ve Boğaz'ın siluetini izlemenin keyfini çıkarabilirsiniz.

Polonezköy

 POLONEZKÖY :

1775 yılında Polonya devleti, Avusturya-Rusya ve Prusya tarafından bölünerek işgal edildi. Polonya'nın parçalanmasını kabul etmeyen Osmanlı İmparatorluğu bu alanı Polonyalı siyasi göçmenlerin sığınağı haline getirmiştir. Polonya ve Macaristan'daki ayaklanmalardan (1831-1863) ve Kırım harbi'nden (1856) kaçan subay, asker, yazar ve prens, Osmanlı himayesi altında yaşamak için burada güven ortamı buldular.

Bu istila ve bölünmeden sonra ise Paris'te bir Ulusal Polonya Hükümeti kurulmuştur. Sürgündeki Hükümetin başkanı olan Prens Adam Czartoryski, Polonya'nın bağımsızlığını Osmanlı İmparatorluğu ile beraber Ruslara karşı savaşarak elde edebileceğini öngörmüştü.

Prens Adam Czartoryski 1841 yılında İstanbul'da ŞARK AJANLIĞI adı ile anılan Polonya temsilciliği kurmuş ve bu temsilciliğin başına Polonyalı ünlü şair Michal Czajkowski (Çayka Paşa)'yı tayin etmiştir. Michal Czajkowski sonraki dönemlerde İslam dinine geçerek MEHMET SADIK PAŞA isim ve rütbesini almış ve Polonya ve Slav ırkından iki alay askeri burada toplamıştır. Osmanlı İmparatorluğu 1856 yılında Kırım Savaşı’na girerken Polonya’dan kaçan asker ve siviller toparlayıp Osmanlıyla birlikte savaşa katılmışlardır. Savaş sonrasında Sultan Abdülmecit şimdiki Polonezköy’ün bulunduğu topraklara yerleşim izni vermiştir.

 

Michal Czajkowski (MEHMET SADIK PAŞA), 3 Mart 1842'de Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan anlaşmayla, o zamanlarda Çingene Konağı olarak anılan ve Lazarist rahiplerin (bugünkü Saint Benoit Lisesi'nden) elinde bulunan 5000 dönümlük araziyi sonsuza dek kiralayarak bugünkü Polonezköy'ü bir Polonya tarım kolonisi olarak kurmuştur. Köye, Adam Czartoryski'nin adına istinaden "Adam'ın Tarlası" anlamına gelen ADAMPOL adı verilmiştir. Daha sonra ise bu topraklar prens tarafından 1881 yılında bedeli karşılığından Lazarist Papazlardan satın alınmıştır. Polonya'nın bölünmesini kabullenemeyen ve çeşitli ayaklanma ve çatışmalara karışan, bir çok yöreden gelen göçmenler köye yerleşmeye başlamıştır. Ünlü şair Czajkowski, daha sonra General olarak köyün kuruluşu için belirlenen bu alanda dört Polonyalı ile birlikte 19 Mart 1942'de Adampol'de ilk evin temelini atmıştır.

polonezkoy1

polonezkoy1

Prens Adam Czartoryski

Michal Czajkowski
Mehmet Sadık Paşa

Önceleri Osmanlılarca Adamköy olarak anılan bu Polonya köyü, daha sonra "Polonez Karyesi" adını almıştır. Devlet burada yaşayan mültecilere 1894 vatandaşlık belgesi vermiş ve 1923 yılında köye Polonezköy adı verilerek etnik bir kimlik kazandırılmıştır. Adampol'u farklı kılan en önemli özelliklerinden birisi, tarihidir. Burada yaşam, her şeyden önce insanların güvencesine bağlıydı. Bu da, özellikle çorak ve tarlaların ihya edilmesi ve evlerin inşası demekti. 1856 yıllarından sonra Adampol'da tarıma dayalı bir düzen yerleşmeye başlamış, özellikle tahıl, patates ve mısır ekimi yapılmaktaydı. Bununla beraber çevredeki ormanlardaki çeşitli av hayvanlarının avlanması ile süregelen avcılık da köyde önemli bir yer tutmaktaydı. Adampollular vefalı birer Türk vatandaşı olmalarına karşın kendilerini Polonyalı olarak hissediyorlardı.

polonezkoy1Kendi aralarında Lehçe konuşuyor ve Polonya, aynı zamanda köyün binalarında, insanların yaşam biçimlerinde, evlilik törenlerinde yaşıyordu. Köyün özgünlüğü ve 1960 yılında köyü Beykoz ilçesiyle birleştiren ilk araba yolunun açılması; zaman içinde başta yabancılar olmak üzere sıkça ziyaret edilen bir yer haline gelmesine sebep olmuştur. Turist akınına uğrayan köyde yatacak yer hazırlamak ve yemek yapmak, çiftçilik ve hayvan yetiştirmekten daha hafif bir iş olduğundan dolayı köy sakinleri bu dönemden itibaren pansiyonculuğa yönelmeye başladılar. 1973 yılında elektriğin gelmesi köyün yaşantısında önemli bir olay oldu. Elektrikle birlikte televizyon da evlere girdi ve bu durum tümüyle yeni kültür olguları getirerek asimilasyonu da hızlandırdı. Ayrıca 1960 yıllarından sonra köy halkından kitleler halinde Avusturya ve Almanya'ya çalışmak için başlayan göç de bu dönemde durmuştur. 1960-1975 yılları arasındaki bu geçiş dönemini köyün eski ve yeni hali olarak adlandırabiliriz. Bu durumda, Adampol ve Polonezköy isminin de bu geçişi simgelediği yorumu yapılabilir. 1994 yılında Bakanlar Kurulu tarafından Polonezköy Ormanları, İstanbul'un ilk "Tabiat Parkı" ilan edilmiştir. Avcılığın yasak olması sebebiyle ormanlarda karaca, yaban domuzu, tilki, çakal, keklik ve sülünlere rastlanmaktadır.

Ünlü kişiler arasında ilk olarak 1937 yılında Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK, 21 Mart 1994'te Polonya Cumhurbaşkanlarından Lech Walesa, 13 Haziran 1996'da Aleksander Kwasniewski Polonezköyü ziyaret etmişlerdir. Çok sayıda Polonyalı diplomat, bakan ve ordu mensupları Türkiye ziyaretlerinde Polonezköy'e mutlaka uğramaktadırlar. Polonezköy, 165 yılı aşkın bir süredir Polonya kültürünü bu bölgede yaşatmaktadır.

 

 

Adampollüler vefalı birer Türk Vatandaşı olarak yaşamakla birlikte kendi örf ve adetlerini ve altı nesildir lisanlarını korumuşlardır. Geleneklerini mimaride, yaşam biçimlerinde, evlilik törenlerinde de kendisini göstermektedir. Polonezköy'ün kuruluş yıldönümü her yıl Haziran ayında kiraz festivali düzenlenmektedir. Polonezköy Kiraz Festivali süresince Polonya'dan gelen folklor ekiplerinin gösterileri ve köy kilisesinin bahçesinde resitaller düzenlenmektedir.

Polonezköy ; köylere has tertemiz, ferah ve rahatlatıcı havası, doğal güzellikleri, tereyağı, balı ve özellikle kirazlarıyla meşhurdur. Turizm açısından kaydettiği büyük ilerlemeler sonucu, otelleri, pansiyonları ve bahçe kültüründe et mangal restoranları ile Polonezköy, ziyaretçilerine nezih bir hizmet sunmaktadır. İş toplantıları, seminerler, zayıflama kürleri, her türlü davet ve kır düğünleri ayrıca Polonezköy'ün sunduğu diğer alternatiflerdir.

123 yıllık işgali süresince verilen kurtuluş mücadelesinde Adampol-Polonezköy, daima bir özgürlük ışığı olarak Polonya-Türkiye dostluğunun bir sembolü ve toleransın göstergesidir.

 

SULTANAHMET MEYDANI

HİPODROM VE SULTANAHMET MEYDANI 

Her devirde şehrin en önemli ve dinamik yeri, yarım ada yedi tepesinin ilki olmuştur. Şehrin ilk kurulduğu akropol surlarla çevrili, tipik bir Akdeniz ticari yerleşimiydi. Roma devrinde bu merkez genişletilerek, yenilenmiştir. Günümüze çok az kalıntıları kalan Roma devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. "Büyük Saray" diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. Bu Saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir.

Şehrin en önemli meydanı Agusteion ve burası ile cadde arasında Milerium zafer takı bulunurdu. Cadde Roma'ya kadar uzanan yolun başlangıcı idi ve ilk km taşı da buradaydı. Hamamlar, mabetler, dini, kültürel, idare ve sosyal merkezler bu civara yerleşmişlerdi. Semt Bizans ve Türk devirlerinde de merkezi önemini devam ettirmiştir. İstanbul'un en önemli abideleri Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yere Batan Sarnıcı burada, Hipodromun çevresindedirler. Şehrin ana caddeleri (aşağı limana inen ve batıya şehir surlarına doğru gidenler) Hipodromdan başlar ve yamaçları takip ederdi. Yol kenarları ticari kuruluşlar ve ikametgahlarla çevrili idi. Yan yollar dar ve bazıları basamaklarla yokuş aşağı uzanırlardı. Anayol kaldırımları bazen iki katlı, galerili inşaa edilmişlerdi
 

Yol boyu geniş meydanlardan ayrılan sapaklarla sur kapılarına ulaşılırdı. Ana cadde "Mese" diye anılırdı. Surlarda Altın Kapı yolu "Via Egnetia" Roma'ya, giden yoldu. "Hipodrom" At binenlerin, atların meydanı anlamına gelir. Roma İmparatoru Septimius Severus"un 2.yy. sonlarına inşa ettirdiği hipodrom Büyük Konstantin tarafından devasa ölçülerde genişletilmişti.

Bazı tarihçiler 30, bazıları da 60 bin seyirci kapasitesinde olduğunu bildirirler. 2 veya 4 atın çektiği arabaların yarışları esas gösterilerdi. Roma İmparatorluğu ve sonradan Bizans İmparatorluğu devrinde hipodrom şehrin toplantı, eğlence, heyecan ve spor merkezi olarak 10 yy'a kadar önemini sürdürmüştü. 1204 Latin istilası ile beraber, şehrin bir çok diğer abideleri gibi burası da önemini yitirmişti. Araba yarışları yanında, müzisyen toplulukları, dansözler, akrobatlar, vahşi hayvanlarla kavga gösterileri, toplantılar yapılırdı. Bütün bu faaliyetler için ise Roma devrinde bol tatil günleri mevcuttu.

Dev ölçüde bir U harfi şeklinde olan hipodromun doğu uzun tarafında, damında 4 bronz at bulunan, balkon şeklinde, imparator locası yer alırdı. Ortada, hipodromun kum kaplı sahasını ikiye bölen, arabaların etrafında yarıştığı alçak bir duvar, bu duvarın üstünde de İmparatorluğun çeşitli yerlerinden getirilen abideler ve meşhur at yarışçıları ile atlarının heykelleri bulunurdu. Şöhretli bir araba yarışçısı akla gelebilecek her türlü maddi olanak içinde yüzerdi. Yarışçılar yeşil-mavi-sarı-kırmızı gibi politik güçleri de olan takımlara ayrılmışlardı. Zaman, zaman yarışlara politika karışır, karşılıklı güçlerin mücadeleleri korkunç katliamlara dönüşebilirdi.

Hipodrom günümüze zemini 4-5 metre yükselmiş ve kalabilmiş 3 abide ile gelmiştir.

Bunlar Mısır'dan getirilen Obelisk, Yılanlı Sütun ve Örme Obelisktir. Türk devrinde, bu meydanda bazen, eski günlerindeki zengin gösteriler gibi, çeşitli festival ve gösteriler tertiplenmişti. Hipodrom'un batısında, Sultan Ahmet Camii'nin karşısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı 16. yy. zengin ve tipik özel sarayların günümüze gelen tek örneğidir. Bu güzel yapı Türk ve İslam Eserleri müzesi olarak ziyarete açıktır.

Muazzam Hipodromdan günümüze yuvarlak güney ucu gelmiştir. Büyük kemerlerle donatılmış tuğla bir yapıdır. Sonraki devirlerde Hipodromun taş blokları ve sütunlarının tamamı başka yapılarda kullanılmıştır. Hipodrom girişi sağındaki parkta 4-5 yy. ait özel saray kalıntıları, az ilerisinde de Aya Öfemiya Bizans Kilisesinin kalıntıları bulunmaktadır.

YEREBATAN SARNICI

YEREBATAN SARNICI :

Tarihî Yarımada'nın ortasında bulunan Yerebatan Sarnıcı, 542 yılında Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından Büyük Saray'ın su ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılmıştır. Suyun içinden yükselen mermer sütunların arasındaki ihtişamından dolayı halk tarafından "Yerebatan Sarayı" olarak da anılmaktadır. Yabancı kaynaklarda geçen "Basilika (Basilica)" isminin ise sarnıcın yakınında bulunan Ilius Basilikası'ndan geldiği rivayet edilir.

Yerebatan Sarnıcı 9.800 m2'lik bir alanı kapsayan dev bir yapıdır. Burada her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Belirli aralıklarla dikilen bu sütunlar, her sırada 28 tane olmak üzere 12 sıra meydana getirirler. Suyun içerisinde yükselen bu sütunlar uçsuz bucaksız bir ormanı hatırlamakta ve ziyaretçiyi sarnıca girer girmez etkilemektedir.

Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa başı Roma Çağı heykeltraşlık sanatının şaheser örneklerinden biridir. Medusa'yla ilgili mitolojiye dayandırılan birçok efsane bu sarnıcı daha da gizemli kılar.

Bir söylenceye göre Medusa yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgonadan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yılanbaşlı Medusa olumludur ve kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. O dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak amacıyla Gorgona kafalarının resim ve heykellerinin konulduğu, Medusa'nın da bu düşünceyle buraya yerleştirildiği zannedilmektedir.

Bir başka rivayete göre Medusa siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücudu ile övünen bir kızdı. Uzun zamandan beri Zeus'un oğlu Perseus'u sevmektedir. Bu arada Athene de Perseus'u sevmekte ve Medusa'yı kıskanmaktadır. Bunun için Athene, Medusa'nın saçlarını korkunç yılanlar biçimine sokar. Artık Medusa kime baksa, baktığı kimse taş kesilir. Daha sonra onu bu biçimde gören Perseus heyecanla Medusa'nın büyülendiğini düşünerek başını keser, başını eline alıp düşmanlarını taşa çevirerek birçok savaşlar kazanır.

Bu vakıadan sonra Medusa'nın eski Bizans'ta kılıç kabzalarına ve sütun kaidelerine ters ve yan olarak işlendiği söylenmektedir.
 

Sarnıç kurulduğundan günümüze kadar çeşitli onarımlardan geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi'nde iki defa restore edilen sarnıcın ilk onarımı III. Ahmet zamanında (1723) Mimar Kayserili Mehmet Ağa tarafından yaptırılmıştır. İkinci onarım ise Sultan II. Abdülhamit (1876-1909) zamanında olmuştur. Cumhuriyet Dönemi'nde de sarnıç 1987'de İstanbul Belediyesi tarafından temizlenerek ve bir gezi platformu yapılmak suretiyle ziyarete açılmıştır. 1994 Mayısı'nda yeniden büyük bir temizlik ve bakımdan geçmiştir.

İstanbul gezi programlarının ayrılmaz bir parçası olan bu gizemli mekâna, bugüne kadar ABD eski Başkanı Bill Clinton'dan tutun Hollanda Başbakanı Wim Kok'a, İtalyan eski Dışişleri Bakanı Lamberto Dini'den İsveç eski Başbakanı Göran Persson'a ve Avusturya eski Başbakanı Thomas Klestil'e kadar birçok kişi konuk oldu.

Kız Kulesi

KIZ KULESİ :

Üsküdar'da, Salacak'ın 150-200 metre kadar açığında, küçücük bir ada üzerinde şirin, beyaz bir yapı olarak inşa edilmiş olan Kız Kulesi, İstanbul'un güzelliğine güzellik katan başlıca mimari unsurlardan biri. Tarihi yarımadayı Üsküdar kıyılarından seyretmeyi sevenler, İstanbul panoramasının Kız Kulesi'yle nasıl bir renk ve canlılık kazandığını bilirler. Tarihin eski dönemlerinden beri bilinen bir mevki olan Kız Kulesi, sadece estetik zerafetiyle değil, efsaneleri ve anılarıyla da İstanbul'u zenginleştiriyor.
 
Kız Kulesi Efsaneleri

Kız Kulesi ile ilgili rivayetlerin en eskilerinden biri, İstanbul'un, ya da o zamanki adıyla Byzantium'un Atina'nın hükümranlığı altında olduğu döneme dayanıyor. Bu rivayete göre, Makedonya Kralı Filip'in İstanbul'a saldırma ihtimaline karşı, Atina krallığı, İstanbul'u korumak üzere Amiral Hares komutasında 40 pare gemi gönderiyor. Hares'in çok sevdiği eşi Damalys öldüğünde, amiral, eşini buradaki kayalıkların içine oydurduğu bir mezara defnediyor.

Bir başka efsaneye göre ise, Leandra adlı bir genç burada bir genç kıza aşık oluyor. Her gece, sevgilisiyle buluşmak için karşı kıyıdan yüzerek buraya gelen Leandra'ya yol göstermek için, sevgili Kız Kulesi'nin bulunduğu kayalıkların üstünde ateş yakıyor. Bir fırtınalı gecede genç kızın yaktığı ateş sönüyor. Leandra, kayalıkları bulamıyor ve yolunu kaybediyor. Boğazın serin ve karanlık sularında boğulup gidiyor. Leandra'nın ölümüne dayanamayan sevgilisi de intihar ediyor.

Bizans dönemiyle ilgili efsane de, eski Yunan hikayesindeki gibi 'acı son'la bitiyor. Falcılar, Bizans kralına, 'Sevgili kızın, yılan sokmasından ölecek' diye, kötü bir haber veriyor. Kral, kızını yılan sokmasın diye, Kız Kulesi'nin bulunduğu kayalıklara bir ev yaptırıp, kızını buraya yerleştiriyor. Ancak genç bir subay, kralın kızına aşık oluyor. Günlerden bir gün, genç subay, prensese sunmak için bir demet çiçek hazırlıyor. Çiçek demetinin içinde gizlenen bir yılan, talihsiz prensesi sokup öldürüyor.

Selçuklu dönemiyle irtibatlandırabileceğimiz Battal Gazi efsanesinde ise 'mutlu son' var. Battal Gazi, Üsküdar Tekfuru'nun kızına aşık olunca, Tekfur, kızını burada yaptırdığı kuleye hapsediyor. Bunu öğrenen Battal Gazi, kuleyi basarak Tekfur'un kızını kaçırıyor.

Evliya Çelebi'nin hikayesi ise Osmanlı döneminde geçiyor. Çelebi, Sultan Bayezid-i Veli zamanında, Kız Kulesi'nde yaşayan bir velinin, her gün cübbesinin eteklerini toplayıp denizin üstüne oturarak Sarayburnu'na gittiğini ve Sarayda Padişah'a ders verdiğini anlatıyor.
 
Tarihi bilgiler

Üsküdar açıklarındaki Kız Kulesi'nin bulunduğu kayalıklarda 'insan yapısı' bir bina bulunduğuna dair ilk kesin bilgiler 12. Yüzyıla dayanıyor. Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos'un, Boğaz'ın Marmara'ya bakan tarafına iki tane savunma kulesi yaptırdığı kaydediliyor. Biri Kız Kulesi'nin bulunduğu yerde, diğeri de Sarayburnu kıyılarında olan bu kulelerin arasına İstanbul'a yönelik saldırıları önlemek ve ticari gemilerin vergi kaçırmasını önlemek için zincir geriliyor.

Bizans vakanüvisleri de, Osmanlı Sultanı Orhan Bey'in Üsküdar'a kadar geldiğini, Sultan Orhan'ın kayınpederi Kantakuzenos'un ise karşı kıyıdan Kız Kulesi'ne kadar gelerek buradan Sultan Orhan'a elçiler gönderdiğini kaydediyor.

Fetih sırasında da Venedik'e ait bir deniz birliğinin burayı üs olarak kullandığına dair bilgiler var.

Fetih'ten sonra, Fatih Sultan Mehmet Kız Kulesi'nin bulunduğu yere bir kale yaptırmış.

Kız Kulesi, Fetih'ten sonra çeşitli zamanlarda onarılıyor ve bazı değişikliklere uğruyor.

Kulenin Osmanlı dönemindeki son büyük onarımı 2. Mahmut döneminde (1808-1839) yapılıyor. Hattat Rakım'ın kitabesiyle belgelenen bu onarım (H. 1248/M. 1832-33), Kız Kulesi'ne bugünkü şeklini veriyor. Kule daha sonra 1943 yılında içeriden betona çevriliyor.
 
Hangi amaçlarla kullanıldı?
 
Başlangıçta, savunma amacıyla inşa edilen Kız Kulesi bu özelliğini Osmanlı döneminde de bir süre muhafaza ediyor. Ancak, İmparatorluğun sınırları genişledikçe savunma amacı önemini kaybediyor. Bunun yerine, denizcilere yol gösteren bir fener olma özelliği öne çıkıyor.

Kız Kulesi, bayramlarda, cülus merasimlerinde, İstanbul'a önemli ziyaretçilerin geldiği günlerde merasim toplarının atıldığı başlıca yerlerden biri oluyor.

Sürgüne gönderilen ya da -çok nadir de olsa- idam edilen önemli şahsiyetlerin bu kulede gözetim altında tutulduğu dönemler de olmuş.

Kız Kulesi, 1830'daki kolera salgınında da karantina hastanesi olarak kullanılıyor.

Cumhuriyet'ten sonra bir süre daha deniz Feneri olarak kullanılan Kız Kulesi, 1964 yılında Savunma Bakanlığı'na devrediliyor. 1982'de Denizcilik İşletmeleri'ne iade edilen kulede bir ara siyanür deposu yapılıyor.

BİLGİLENDİRME BROŞÜRÜ

Yurtdışında yaşıyor ve Türkiye de Diş Tedavisi yaptırmayı düşünüyorsanız Bilgilendirme Broşürümüze göz atmadan karar vermeyin.

BİZE ULAŞIN

DTI GMBH Dental Turizm
Duisburg / Almanya
T +90 216 541 00 77
   +90 216 541 00 78
M +90 530 523 32 45
T (0049)  221 370 50084
Email: Bu e-posta adresi spam robotlarından korunuyor. Görebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Sayfa başı